Sizler de fark etmişsinizdir…
Son günlerde televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada, özellikle de Twitter’da tahrikçiler çoğaldı. Eline mikrofon alanlar ekranlarda, klavye başına geçenler ise sosyal medyada hiç çekinmeden öyle konuşmalar ve paylaşımlar yapıyor ki, anında kızıyorsunuz.
Amaçları zaten tahrik edip kızdırmak!
Yani, göstere göstere insanların sinir uçlarına dokunuyorlar ve amaçlarına ulaşıyorlar.
İşte size birkaç örnek;
Can Fatma rumuzlu Ezgi Belez’in twitterda yaptığı paylaşımlar aynen şöyle;
(Noktasına virgülüne dokunmadım ve biraz edeplilerini seçtim.)
“Neymiş; Almanya’da Araba Onbin Euro’ymuş. Neymiş; Almanya’nın sanayii’si çok ilerlemiş.
80 yıl elinde şarap şişesi ayyaş, ayyaş gez hiçbir iş yapma, Heykel karşısında esas duruşta Yunan Marşı oku, sonra da Biz Avrupa’nın gerisindeyiz de.
Biraz ötede havlarmısın.”
Diğer paylaşımı;
“DEVEYE DİKEN MUHALEFETE GEÇİREN YARANIYOR. HAYIRLI OLSUN %100 ZAMLARINIZ.”
Bir paylaşımı daha;
“TÜRKİYE ÇEŞİTLİLİK YAPIP SAMP T HAVA SAVUNMA SİSTEMİ ALIYOR. MERAL SORARSA BUNU DA SANA SOKACAĞIZ DERSİNİZ.”
Başka bir paylaşımı;
“Yanan ormanların yerine kuran kursu, imam-hatip lisesi, Ülkü ocağı vs falan yapılacak diye bir kanun çıksa bir daha asla yakmaz bu soysuzlar.”
Yukarıda noktasına virgülüne dokunmadığımı belirtirken; özellikle seçtiği kelimelerle, imla kurallarına bile uymadan özensizce ve utanmazca paylaşım yaptığını vurguladım. Attığı ahlaktan yoksun twitlerden nasıl birisi olduğunu anlamışsınızdır. Merak eden profiline girip baksın…
Ama sakın ha tahriklerine kapılıp bir şeyler yazmayın, vereceği yanıtlardan siz utanırsınız. Bu arada nerede oturduğunu soran birisine, “Mersin” diye cevap vermiş!
Bu ve bunun gibiler, takipçi kasıyor gibi görünseler de aslında kendi taraflarına hamaset yapıyorlar, kendinden olmayan insanları da tahrik ederek kargaşa çıkarmayı amaçlıyorlar.
Özellikle ilk twit, sinir uçlarını nasıl kaşıdıklarını açıkça gösteriyor!
Bu tahrikçi; “HEYKEL” ve “YUNAN MARŞI” vurgusuyla, kasıtlı olarak milli ve manevi değerleri hedef almış, kimlerin canının yanacağını ve galeyana geleceğini bilerek paylaşmış.
(Can Fatma rumuzlu kullanıcıyı, ahlaksızca ve utanmazca yaptığı paylaşımı EGM Siber suçlara ilettim. Bakalım ne sonuç çıkacak?)
Twitterda bunun gibileri eleştirdiğinizde; trol olanlar umursamıyor, istedikleri gibi yazıyor ve küfrediyorlar ama gerçek isimleriyle yazan twitter kullanıcıları eleştirileri kaldıramıyorlar ve sizi hemen engelliyorlar!
Örneğin, ekranlarda da sık sık gördüğünüz Yeni Akit Gazetesi Ankara temsilcisi Hacı Yakışıklı ile Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül twitterda kendilerini eleştirdiğim için beni anında engellediler.
Siz bana bakmayın, tahrik olup kızıyorum ama bir yandan da bu tiplerle kendimce uğraşıyorum…
Daha ne yapayım?
…
1987 yılıydı!
Akdeniz Gazetesi’ni Orhan Okandan ile birlikte yayınlamaya başladık…
O yıllarda Salih Kale Hedef Dergisi’ni, Mustafa Göktaş da Havadis Gazetesi’ni OFSET olarak yayınlıyordu. Diğer gazeteler de kurşun harflerle (TİPO) yayın yapıyorlardı.
Gazeteyi önceleri Adana’da, Erol Erk’in sahibi olduğu Yeni Güney Gazetesi’nin matbaasında bastırdık ama baskıda gecikmeler olunca, Ankara’da bastırmaya karar verdik.
Rahmetli Aydoğan Kaçıra ve Rahmetli Bekir Coşkun Ankara’da Günaydın Gazetesi’ndeydi. (Allah ikisine de rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar) Yanlarına gittim, Ankara’ya gazete bastırmak için geldiğimi anlattım. Bekir Abi beni Nevzat adında bir arkadaşına gönderdi. Anlaştık ve Akdeniz’i onun matbaasında bastırmaya başladık.
(Bekir Coşkun o tarihte, “Dokuzuncu Köy” adında köşe yazıyordu. O yıl Sabah’a geçti ve köşesinin adı “Onuncu Köy” oldu.)
Bir süre sonra Ankara’ya gidiş gelişler de zor olmaya başladı. Orhan Okandan ayrıldı, biz de gazetenin basımı için kardeşim Ali Adnan Ergün’le birlikte matbaa kurduk.
Böylece Akdeniz Gazetesi, Mersin’de kendi tesislerinde basılan ilk Ofset gazete oldu!
Uzattığımın farkındayım…
Akdeniz Gazetesi’nin kuruluşunu anlatırken heyecan yaptım. Ayrıca yazdığım isimleri de anmadan geçemezdim. Duygusallığıma verin, bağışlayın!
Matbaayı kurduk ama bir esnaf odasına kayıt yaptırmamız gerekiyordu. Soruşturduk ve Madeni Sanatkarlar Odasına kayıt yaptırdık!
Peki, neden Madeni Sanatkarlar Odası?
Bilmiyorum, matbaa makinası demirden yapıldığı içindir! ☺☺☺
Şimdi gelelim asıl konuya…
Pet shopların Kasaplar Odasına bağlandığını duymuşsunuzdur ve ne ilgisi var? Demişsinizdir.
Matbaa makinası demirden yapılmıştı da(!) biz Madeni Sanatkarlar Odasına kayıt yaptırmıştık ya, aynen o mantık!
Kasaplar Odasının iş alanı; et ve kemik!
Pet shoplardaki yavrucaklar da etten ve kemikten olunca, kasaplar odasını uygun görmüşlerdir!
Ama kafama takılan bir soru var…
Pet shoplarda kesim yerleri de olacak mı? ☺☺☺
…
İşte böyle…
Ülkemde bazı şeylerin üzerinden 35 yıl geçse de, o şeyler hep aynı kalıyor!
Örneğin 20 yıldır aynı iktidarı görüyoruz…
Acaba uzun yıllar alışkanlık mı yapıyor?
Alman felsefesinin kurucularından olan Filozof Immanuel Kant; “İnsanın gözü karanlığa alışınca karanlığı fark etmemeye başlar” demiş…
Eğer öyleyse yandık!
Ne dersiniz?
Alışkanlıklarımızdan vazgeçelim mi?
…
Anılardan söz edince aklıma 90’lı yıllardaki turizm çalışmaları geldi…
Yanlış hatırlamıyorsam Mersin, 69 yılı Bakanlar Kurulu’nun kararıyla “Turizm Teşviki” alacak yerlerin dışında kalınca turizm fakiri oldu, sonrasında da güzelim sahiller “Çin Seddi” benzeri tatil siteleriyle dolmaya başladı.
Çevre illerden gelen insanlar, Mersin’deki tatil sitelerine akın etti ama Mersin’e tek bir turist gelmedi…
Turistler Antalya’ya geldi, biz imrenerek baktık!
Mersin’e turizm yatırımı olmayınca Antalya-Mersin karayolu da haliyle kaderine terkedildi…
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası 90’lı yıllarda; “Bari Arap turist çekelim” mantığıyla Mersin-Lübnan arası “feribot seferi” projeleri oluşturdu, “İkinci konut projesi” gündeme geldi.
Mersin’deki yazlıkların, Arap turistlere kiralanması bile düşünüldü ama işe yaramadı.
Mersin Turizmi yerinde saymaya devam ediyordu ki, Vatikan 2008 yılını “Saint Paul Yılı” ilan edince Mersin’in beklediği fırsat doğdu…
Tarsus’ta Saint Paul Kuyusu vardı ve Mersin hiç olmazsa “DİN” Turizminden yararlanabilirdi…
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay sık sık Mersin’e geliyor, hazırlıklar tüm hızıyla sürüyordu.
Ama bir sorun vardı…
Peki, turist Mersin’e nasıl gelecek?
Havaalanı bile yok…
Turistler uçakla Antalya’ya gelse, sahil yolu berbat. Mersin’e gelmek 10-12 saat sürüyor…
Uçakla Adana’ya gelseler…
Tarsus’u Mersin’i, Kapadokya’yı, hatta Hatay’daki Saint Pierre Kilisesi’ni de gezerler ama ulaşım yine büyük sorun!
Kısacası Vatikan’ın ilan ettiği 2008 Saint Paul Yılı da, “DİN” turizmi de tutmadı…
Ama beklenen fırsat sonunda doğdu!
Turizm olmasa da, Suriyeliler ve Akkuyu Nükleer Santrali sayesinde Mersin Araplarla da, Ruslarla da tanıştı!
Şimdi Suriyeliler sadece Mersin’de değil, her yerdeler!
Gözün aydın Mersin, Gözün aydın Türkiye!
Bol kazançlı günlere…
Kalın sağlıcakla…